Sorgu odasında önemli bir şahsiyet sorgulanıyordu. Ama sorgulanan kişi güçlü bir moral ve motivasyonla, başı dik, omuzları yüksek, her bir kelimesi adeta kurşun gibiydi. Sorgulayanı sorguluyor gibiydi. Sorgusunun bir yerinde lafı eğip bükmeden “Gün gelecek güç ben de olacak ve o gün sorgulanan sen olacaksın” dedi. 1980’li yıllardaki bu sorguda sorgulanan, bugün asimetrik savaşta çığır açan “Aksa Tufanı”nın planlayıcısı, Yahya Sinvar’dan başkası değildi. Sorgulayan ise İsrail iç istihbarat örgütü Shin Bet yetkilisi.
Yahya Sinvar sorgulandığı bir durumda kendisini sorgulayan kişinin gözlerinin içine bakarak korkusuzca bunları söylerken mutlaka kafasında bir strateji vardı.
Netanyahu içeride, yasanın yargıya tanıdığı “mantıksız bulduğu hükümet kararlarını geçersiz kılma” hakkını yargının elinden almaya çalışırken karşı karşıya kaldığı bir protesto tufanı ile cedelleşirken, 7 Ekim 2023’te dalgaları birçok İsrail mitini un ufak eden “Aksa Tufanı”nın sadece kendisini değil tüm dünyayı şok eden etkisine maruz kaldı. Netanyahu savaşın ilerleyen günlerinde Yeşaya Kehanetinden söz etti ve “Ülkenden şiddet, sınır boylarından soygun ve yıkım haberleri duyulmayacak artık. Surlarına kurtuluş, kapılarına övgü adını vereceksin” alıntısını yaptı. Netanyahu bu alıntıyı yaparken kafasında mutlaka bir strateji vardı. Şu an Gazze’de ve dünyada Filistin karşıtı cephede olanlar da büyük oranda bu stratejinin bir dışa vurumu. Hamas’ın stratejisi yıllardır güçsüzlüğünden güç devşirmek şeklinde oldu ve bu başka bir analizin konusu ama biz bu yazımızda İsrail’in Gazze savaşı esnasında uygulamaya çalıştığı iç ve dış stratejinin ayrıntıları üzerinde durmaya çalışacağız. Elektronik göz ve kulaklarının kör ve sağır olduğu Aksa Tufanı operasyonunun ilk şaşkınlığını attıktan sonra İsrail Gazze’ye karşı, ilerleyen satırlarda detaylarına biraz olsun gireceğimiz, teolojik bir altyapısı da olan toplu cezalandırma /soykırım/holokost operasyonuna girişti.
İsrail Aksa Tufanı sonrası ilk planda Hamas’ı DAEŞ ile özdeşleştirme stratejisi güttü. Çünkü DAEŞ ve terörist eylemleri ile bağlantılı hafıza tüm dünyada henüz canlı ve özellikle Batı’da geçer bir akçe idi. Böylece, İsrail mağduriyetini fırsata çevirmek ve Hamas’ı yeryüzünde adım atamaz hale getirmek istiyordu ama olmadı.
Bu iddiayı desteklemek için önce 40 bebeğin İzzeddin Kassam Tugayları tarafından başları kesilerek öldürüldüğü servis edildi. Hatta bunu ABD Başkanı Biden’a bile söylettiler, ama olmadı. Aslı olmadığı, teyit edilemediği için Beyaz Saray da zor durumda kaldı.
Süpernova Müzik Festivali’ne katılanların ‘Kassam’ tarafından öldürüldüğü öne sürüldü ama o da olmadı. Savaşın ilerleyen dönemlerinde İsrail helikopterlerinin yürürlükten kaldırılıp kaldırılmadığı tartışmalı ‘Hannibal Talimatını (Hannibal Directive/ Procedure/Protocol) ‘uyguladıkları ve helikopterlerin kendi vatandaşlarını bombaladıkları bilgileri gündeme geldi. Daha sonra serbest bırakılan rehinelerden bazıları ya da festivalden sağ kurulan bazı kişiler İsrail helikopterleri tarafından saldırıya maruz kaldıklarını açıkladılar. İsrail’in bu iddialarının boş çıkması daha sonraki iddialarını da geçersiz hale getirdi. Mesela, Kassam Tugayları’nın, Aksa Tufanı esnasında kadınlara tecavüz ettiğini de gündeme getirmek istediler, ama bunun da aşırı Siyonist çevreler hariç alıcısı olmadı.
İsrail Gazze’ye yönelik savaşını başlatmadan önce bir toplu cezalandırma stratejisi güttü ve zaten 2007’den beri uyguladığı Gazze’yi açık bir hapishane haline getiren ablukayı gıda, su, elektrik, yakıtın Gazze’ye gitmesini tamamen engelleyerek adeta tüm Gazze halkını ölüme mahkûm etmek istedi. Zaten Savunma Bakanı, bir yerde, Filistinlilerin “insan değil hayvan olduklarını” canlı yayında söylemekten çekinmedi. İsrail böylece Gazze’deki Filistinlilere bir soykırım yapacağının ipuçlarını vermeye başladı.
İsrail Ordusu Gazze’nin kuzeyine yoğun bir havadan bombalama kampanyası başlattı. Gazze’nin kuzeyini adeta yaşanılamaz hale getirecek yoğun bir yıkım ve sivil katliamı projesi hayata geçirilmeye başladı. Canlı yayınlarda apartmanlar un ufak ediliyordu. Bu katliam ve yıkımdan sadece bebek, çocuk, kadın, yaşlı gibi siviller nasibini almakla kalmayıp hastaneler, kiliseler dahil ibadethaneler, uluslararası kuruluşlar, okul, mesken, toprak, hayvan, bitki hiçbir ayrım gözetilmiyordu.
Gazze’ye 7 Ekim’den bugüne kadar, 9 türü yasaklı, 65 bin tondan daha fazla, Hiroşima’ya atılan nükleer bomba gibi 3 bombaya eşdeğer çoğu ‘serseri’ (Dumb bomb) bomba atıldı. Daha da atılmaya devam ediliyor. Bombaların tahrip etmediği alt yapı buldozerlerle yok ediliyor. Hayır, bu, kara savaşına girişecek askerler için askeri tabirle bir “yumuşatma” operasyonu değil. Bu toptan bir yok etme projesi. Ayrıca, İsrail operasyonunun 7. gününde kuzeydeki bir milyondan fazla Gazzelinin 24 saat içerisinde güneydeki sözde ‘güvenli’ bölgelere tahliye direktifini verdi. Bir taraftan bu denli büyük bir tahliye bu kadar kısa bir zaman diliminde mümkün değildi, diğer taraftan tahliye girişimindeki konvoylara saldırılar düzenledi, birçok katliamlar yaptı.
Bu yok etme ya da daha teknik tabiri ile soykırım Netanyahu’nun teolojik temelli savaş retoriğinde kendisini ele veriyor. “Kutsal kitabımız ‘Amalika’nın sana yaptıklarını hatırlamalısın buyuruyor” demişti Netanyahu 28 Ekim 2023’te yaptığı açıklamada. Bu açıklamada Eski Ahit Samuel 15:3’e atıf vardı. Bu ayet şöyle der: “Git, Amaliklere saldır ve onlara ait olan her şeyi tamamen yok et. Onları esirgeme; erkekleri ve kadınları, çocukları ve emzikteki bebekleri, sığırları ve koyunları, develeri ve eşekleri öldür.”
Bu İsrail’in Gazze’ye karşı giriştiği savaşın mantığı ve altyapısını çok açık bir şekilde anlatmaktadır. Aksi takdirde bir günlük bebeğin bile “esirgenmemesinin” başka bir izahı yoktur. Netanyahu bu açıklaması ile her ne kadar Yahudi toplumunu etrafında toplama amacı gütse de ileriye doğru İsrail ve Siyonizm düşmanları ve karşıtlarına da bir mesaj vermiştir. Mevcut İsrail yönetiminin savaş stratejisini “Samuel 15:3” belirlemektedir. Orijinal metin her ne kadar eski bir düşmanlığa karşı bir intikam eylemi olsa da Netanyahu gözünde ‘Arz ı Mev’ud’a giden yolda karşısına çıkan herkes Amalika’dır ve emzikli bebeğine kadar kanının dökülmesi caizdir. Nitekim dördüncü ayını doldurmak üzere olan İsrail’in Gazze’deki soykırım savaşında bu ayette söylenenlerin hepsi nitelik ve nicelik itibari ile yerine getirilmiştir. Çok kısa bir süre zarfında çoğunluğu bebek, çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan yaklaşık 28.000 kişi dünyanın gözü önünde, neredeyse canlı yayında öldürülmüştür. Kayıtlara geçmiş olan, bir günlük bebeğin bile katledildiği katliamlar yaşanmıştır.
Canlı yayın demişken İsrail’in Gazze’deki gazetecilere yönelik katliamından da bahsetmemiz gerekmektedir. Gazzeli kaynaklar bugüne kadar öldürülen gazeteci sayısını 120 kişi olarak belirtmektedir. Çoğu gazetecinin ailesinden de kayıplar vardır. İsrail öldürdüğü gazetecileri “terör yanlısı” olarak yaftalayıp cinayetlerini örtbas etmeye çalışsa da mızrak çuvala sığmamaktadır. İsrail, öldürdüğü gazeteciler içinde mahkeme önüne çıkarılmalı ve tazminat ödemeye mahkûm edilmelidir. İsrail ‘Aksa Tufanı’ndan önce de gazetecileri öldüregelmiştir. Buradaki İsrail stratejisi, işlediği cinayetler, yaptığı katliamlar ve soykırım faaliyetlerinin sahadan, ilk elden haberleştirilerek dünyaya yayılmasını mümkün olduğu kadar engelleme, gözdağı verme ve caydırma amaçlıdır. Çünkü bu haberler, görüntüler ve resimler bir taraftan dünyada İsrail’in gerçek yüzünü ortaya koymakta, İsrail karşıtlığının yükselmesine sebep olmaktadır ve aynı zamanda ileride karşısına suç delili olarak çıkacaktır.
İsrail Gazze savaşında mümkün olduğu kadar çok Filistinliyi ayrım gözetmeden öldürmüş, sağ kalanları ise yine çocuklar dahil “ele geçirilmiş teröristler” olarak niteleyip yarı çıplak bir şekilde, bir aşağılama ve göz dağı verme enstrümanı olarak, bazı mizansenlerle görsellerini dünyaya servis etmiştir. Bu görseller, Nazilerin Yahudilere uyguladığı zulmün görsellerini akıllara getirmiştir. Bir farkla ki, bu görsellerde Nazilerin yerini İsrail ordusu almıştır. İsrail, Aksa Tufanı’ndaki kayıplarını sivil kayıp olarak gösterip abartırken ve Supernova Müzik Festivali’nde olduğu gibi kendi öldürdükleri İsrailli yerleşimcileri de “Kassam”ın hanesine yazmıştır. İsrail, önce, içerisinde sivillerinde olduğunu savunduğu 1400 İsraillinin Aksa Tufanı’nda öldürüldüğünü açıklamış, sonra bu rakam önce 1200, daha sonrada binin altına çekilmiştir. İsrail belli ki yerleşimcileri de sivil olarak tanımlamaktadır, oysaki yerleşimciler aynı zamanda, tepeden tırnağa, aile boyu silahlı bir milis gücüdür.
İsrail Ordusu sahadaki kayıplarını büyük ölçüde ketmetme yoluna gitmiştir. İsrail Ordusu, bir taraftan, kayıplarının artmasının toplumdaki infiali tetiklemesini önlemek ve diğer taraftan, sahada, bölgede ve dünyada psikolojik bir üstünlük sağlamak amacıyla kayıplarını gizlemekte, ölü sayısını zamana yaymaktadır. İsrail’in gerçek kayıpları belki de yıllar sonra ortaya çıkacaktır. Şu da var ki, Kassam Tugayları’nın ve diğer grupların İsrail ordusuna verdirdikleri zayiatları, hem de videoları ile birlikte yayınlamaları İsrail’in bu gizlilik stratejisini de bozmakta, İsrail kayıpları hakkında belli bir fikir vermektedir.
İsrail’in savaşta izlediği kirli stratejilerden birisini de organ hırsızlığı oluşturmaktadır. Bu konu müstakil bir analizi hak etmekle birlikte, burada konuya biraz değinmekte fayda vardır. Tıp uzmanları, İsrail’in el koyduğu onlarca cesedin koklea ve korneaların yanı sıra karaciğer, böbrek ve kalp gibi hayati organların da eksik olduğunu bulduklarını bildirdikleri medyaya yansıdı ve zaten organ hırsızlığında İsrail’in geriye doğru kabarık bir dosyası da var. Euro-Med İnsan Hakları İzleme örgütü, İsrail’in “güvenlik caydırıcılığı bahanesi altında insan organlarının yasadışı ticaretinde dünyanın en büyük merkezlerinden biri” olduğunu savunuyor. İsrail’in tüm gaddarlığı ve hukuk tanımazlığına rağmen, Yahya Sinvar’ın stratejisi kazanıyor gibi duruyor. Netanyahu ve onun idaresinde İsrail stratejisi tarihinde hiç olmadığı kadar başarısız olmuş,
İsrail sahada kazanamadığı gibi uluslararası planda kendi kendisini kendi eliyle şeytanlaştırmayı başarmıştır. Tabii bu kendisini şeytanlaştırmaya götüren İsrail stratejinin bir de uluslararası boyutu var.