“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendin bilmezsin
Ya nice okumaktır “
Yunus Emre
Modern dünyada her toplumsal yapıda görüldüğü üzere Alevilerde de değişimlerin olması çok doğal. Birçok bilim insanı, ilahiyatçı bu süreç üzerine yüzlerce makale yazdı. Ancak bu toplumu derli toplu inceleyen bir araştırmaya rastlamak mümkün görünmüyor. Her biri bir yerinden tutarak, önyargılarına da makalelerinde yer vererek bizlere sunuyorlar. Bu makalelerde öne sürülen tezler kendi içinde birçok sorunu taşımaktadır. Ortaya koydukları iddialar Aleviliğin geleneksel batıni özlü inanç sistemi formundan oldukça uzak. Kimi salt Türkmen inancı üzerinden tanımlamaya zorlanırken, kimi de Kürt, Arap inançları üzerinden şekil vermeye çalışmaktadır. Hatta kimileri de Aleviliğin İslam ile olan temel bağlarını yok saymaktadır.
Değişim süreciyle birlikte kent koşullarında daha kendisini tanımlayamayan bir toplumun; birilerinin tanımına tabi tutulması da birçok sorunu beraberinde getirmektedir.
Siyasi iktidarların genel politikalarına baktığımızda ise durum farklı değil. Her siyasi iktidar da kendi inanç anlayışına göre bir Alevilik tanımı ortaya koymaktadır. Kimine göre Aleviler Müslüman değil; kimine göre “sapkın inançlı” bir toplum; kimine göre ise sadece “kültürel-folklorik” bir oluşumdur.
Alevilerin dışında birçok Alevi tanımı yapılması bize şunu işaret etmektedir:
Aleviler bu ülkede sorundur. Bu sorunu çözmenin yolu sistemli bir organizasyon ile inançsal özünden uzaklaştırarak asimilasyonunu sağlamaktan geçiyor. Dış ve üstenci akıl yıllardır zaten bu çabasını inatla sürdürüyor.
★★★
Gelelim “Aleviler kendisini nasıl tanımlıyor?” sorusuna.
İşte bütün sorunsallık aslında bu sorunun içinde.
Geleneksel toplumsal yaşamdan soyutlanan ve kendisini okumuş, bilgili, alim gören Alevilere sorulduğunda söze “Bana göre Alevilik” ile başlıyor. Bu girizgah o kadar problemli ki yıllardır Aleviler arasında büyük tartışmalara yol açtı.
Türkiye ve Avrupa’daki Alevi örgütlülüğü de bu soyut kavramın yaygınlaşmasına bir anlamda hizmet etti. Hatta bu zatı muhteremleri toplumla buluşturarak bu eklektik fikirlerin topluma empoze edilmesine yardımcı oldu.
Hz. Ali’siz bir Aleviliği, İslam dışı bir Aleviliği topluma kabul ettirmek için yırtınan bu şahsiyetler demagojik dillerine rağmen toplumda karşılık bulamadı; lakin yandaş buldu.
Alevilerin temel örgütlenme modeli kuşkusuz Ocak İnanç Sistemi’dir. Bin yıldır Anadolu’da Aleviler Ocak Dedeleri’nin karizmatik önderliğinde bir olmayı, iri olmayı ve diri olmayı başarmışlardır.
Kentleşmeyle birlikte örgütsel modelin Ocak sisteminden demokratik kitle örgütlenmesine evirilmesi ve cemevlerini yönetmesinin tüm bu olumsuzlukların ana kaynağı olduğu bilinmektedir. Sanırım varolan yapılanmanın yanlışlığı görüldü ki Alevi örgütlenme modelinin masaya yatırılması gündeme alındı.
★★★
Oysa Ocak Dedelerinin “Seyyid-i Saadet, Evladı Resul” olduğu kabul edildiği için Ocak Talipleri tarafından saygınlık görmektedir. Resul kim? Muhammed Mustafa’dır. Muhammed Mustafa’nın soyundan gelenlerin yol önderliğinde toplumun birliği sağlanmıştır. Bu Yol’a da Hakk-Muhammed-Ali Yolu denilmiştir.
Aleviliğin biçimlenmesi ve sistemleşmesindeki en önemli etken Ocak Kurumu’dur. Dedelerin sistem içindeki rolünü, altını kalın çizgiyle çizerek ifade etmek isterim. Çünkü Alevilikte inanç hiyerarşinin başında Dede vardır.
Anadolu Alevi İnanç Sistemi’nde “Ocak Kurumu” ve “Dedelik Kurumu” inanç örgütlenmesinin ana organlarını oluşturmaktadır. Söz konusu sistem bu iki kurumun etrafında oluşturulmuş toplumsal sürekler sayesinde varlığını ve devamlılığını günümüze kadar sürdürmüştür.
Alevilerin geleneksel sosyal örgütlenmesinde Dedeler en tepe noktada yer alırlar. Dedeler sadece inanç önderi olarak değil, aynı zamanda dünyevi lider olarak da kabul edilirler.
Kent koşullarında “Ocak Kurumu” yerine cemevleri inşa edildi. “Ocak Dedeliği” büyük ölçüde terk edilerek yerine “Cemevi Dedeliği” işlevsel hale getirildi. Günümüzde de Anadolu Alevi İnanç Sistemi’ne uymayan “Cemevi Dedeliği” aracılığıyla bu sorunlar içinden çıkılmaz bir hale büründürüldü. Bugünkü cemevlerinde musahipli, görgülü, sorgulu, rızalı cem ibadeti neredeyse yapılmıyor. Ancak rızalık şeklen alınıyor. Çünkü Dede, Ocak Talibinden habersiz. Talip, Ocak Dede’sinden habersiz…
★★★
Bu olumsuzluklar Alevilere ve Aleviliğe zarar vermek için bina ediliyor. Alevileri bedenen yok etmeyi başaramayan siyasi iktidarlar; bazı kiralık kalemşörleri, Sünni ve Şii siyasal İslamcı toplum mühendisleri aracılığıyla Aleviliği “İslam’dan İhraç Etme Operasyonları”na giriştiler.
Osmanlı Padişahı Yavuz Selim’den bu yana tüm Alevileri yok ederek Aleviliği ortadan kaldırmanın mümkün olmadığını gören egemen siyasal güçler; Nejat Birdoğan, Erdoğan Çınar, Faik Bulut, İsmail Beşikçi, Erdoğan Aydın, Ali Yaman, Ali Rıza Özdemir ve benzeri yazarlar ve akademisyenler aracılığıyla Aleviliği fikren ortadan kaldırmayı hedeflemektedir.
Aslen Ardahanlı bir Alevi olan, 1980 yılında katledilen yazar-radyocu Ümit Kaftancıoğlu (Rahmetle anıyorum) dahi “Hakkullah” adlı kitabında Dedelerin “sömürücü bir sınıf” olduğunu yazarak hedef tahtasına koymuştu. O yıllarda sosyalist sola gönül vermiş Alevi gençleri de bu görüşün etkisinde kalarak Yol Dedeleri’ni oldukça fazla hırpaladılar, küstürdüler.
Hiçbir inanç ve toplum yoktur ki bu kadar zulüm göre…
Hem içeriden hem de dışarıdan ablukaya alınmış olmasına rağmen, bu zalimlere alanını terk etmeden batini özlü inancını yaşayan böyle bir topluma da rastlamak sanırım olası değil…
İnanç ve vicdan özgülüğü anayasal hak olan ülkemizde hala yok sayılan Aleviler, derlenip toparlanmadan bu haksızlıkların üstesinde gelecekmiş gibi görünmüyor. Devlet ve siyaset kurumu hala doğru dürüst muhatap almıyor. Şeklen atılan tüm adımlar topluma zarar verir nitelikte. Yapılan “Alevi Çalıştayları” toplum nezdinde olumsuz girişimler olarak görülüyor; bir gaz alma ve birilerine doküman oluşturma operasyonu olduğunu söylemek daha doğru olacaktır.
★★★
Kızılbaş Alevilik günümüze kadar Seyyid-i Saadet evladı olan Dedelerin yüzü suyu hürmetine geldi. Gün oldu tırnakları çekildi. Gün oldu sakalları yolundu. Gün oldu sırtındaki bağlaması kırıldı. Gün oldu hapse atıldı. Gün oldu aç açıkta kaldı lakin teslim olmadı, yılmadı. Dedeler bu meşakkatli yürüyüşünde, Hakk Muhammed Ali Yolu’nun tüm erdemlikleriyle talibini irşad etti, müşkülatlarını giderdi, her alanda rehberi oldu.
Gün derlenme toparlanma günüdür. Tüm farklılıkları bir kenara koyup; Yol’a ikrar vermek acil bir görevdir.
Pir Sultan Abdal’ın dediği gibi:
Gelin Canlar Bir Olalım!
Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin dediği gibi:
Bir Olalım, İri Olalım, Diri Olalım!
Yunus Emre’nin dediği gibi:
Bölüşürsek Tok Oluruz, Bölünürsek Yok Oluruz!